اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ (١)
﴾1﴿
Diyanet: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. ﴾1﴿
Diyanet Vakfı: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. ﴾1﴿
E. Hamdi Yazır: Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı. ﴾1﴿
وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ (٢)
﴾2﴿
Diyanet: Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler. ﴾2﴿
Diyanet Vakfı: Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler. ﴾2﴿
E. Hamdi Yazır: Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler. ﴾2﴿
وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ (٣)
﴾3﴿
Diyanet: Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir. ﴾3﴿
Diyanet Vakfı: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır. ﴾3﴿
E. Hamdi Yazır: Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır. ﴾3﴿
وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ (٤)
﴾4﴿
Diyanet: Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi. ﴾4﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir. ﴾4﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir. ﴾4﴿
حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ (٥)
﴾5﴿
Diyanet: Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor! ﴾5﴿
Diyanet Vakfı: Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir! ﴾5﴿
E. Hamdi Yazır: Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor. ﴾5﴿
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُكُرٍ (٦)
﴾6﴿
Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar. ﴾6﴿
Diyanet Vakfı: Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir. ﴾6﴿
E. Hamdi Yazır: Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır. ﴾6﴿
خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ (٧)
﴾7﴿
Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar. ﴾7﴿
Diyanet Vakfı: Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar. ﴾7﴿
E. Hamdi Yazır: Gözleri düşkün düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler. ﴾7﴿
مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ (٨)
﴾8﴿
Diyanet: Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, "Bu zor bir gün" derler. ﴾8﴿
Diyanet Vakfı: Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler. ﴾8﴿
E. Hamdi Yazır: O çağırana koşarak, kâfirler: "Bu çetin bir gündür." derler. ﴾8﴿
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ (٩)
﴾9﴿
Diyanet: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir delidir" dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu. ﴾9﴿
Diyanet Vakfı: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı. ﴾9﴿
E. Hamdi Yazır: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir." dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı. ﴾9﴿
فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ (١٠)
﴾10﴿
Diyanet: O da Rabbine, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua etti. ﴾10﴿
Diyanet Vakfı: Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı. ﴾10﴿
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı. ﴾10﴿
فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ (١١)
﴾11﴿
Diyanet: Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık. ﴾11﴿
Diyanet Vakfı: Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. ﴾11﴿
E. Hamdi Yazır: Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. ﴾11﴿
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ (١٢)
﴾12﴿
Diyanet: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti. ﴾12﴿
Diyanet Vakfı: Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti. ﴾12﴿
E. Hamdi Yazır: Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti. ﴾12﴿
وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ (١٣)
﴾13﴿
Diyanet: Biz Nûh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik. ﴾13﴿
Diyanet Vakfı: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik. ﴾13﴿
E. Hamdi Yazır: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık. ﴾13﴿
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ (١٤)
﴾14﴿
Diyanet: Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh'a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu. ﴾14﴿
Diyanet Vakfı: İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. ﴾14﴿
E. Hamdi Yazır: Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu. ﴾14﴿
وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٥)
﴾15﴿
Diyanet: Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾15﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? ﴾15﴿
E. Hamdi Yazır: Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? ﴾15﴿
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٦)
﴾16﴿
Diyanet: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)! ﴾16﴿
Diyanet Vakfı: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış! ﴾16﴿
E. Hamdi Yazır: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler) ﴾16﴿
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٧)
﴾17﴿
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾17﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu? ﴾17﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? ﴾17﴿
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٨)
﴾18﴿
Diyanet: Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış! ﴾18﴿
Diyanet Vakfı: Ad kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler). ﴾18﴿
E. Hamdi Yazır: Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu? ﴾18﴿
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ (١٩)
﴾19﴿
Diyanet: Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik. ﴾19﴿
Diyanet Vakfı: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik. ﴾19﴿
E. Hamdi Yazır: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik. ﴾19﴿
تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ (٢٠)
﴾20﴿
Diyanet: İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu. ﴾20﴿
Diyanet Vakfı: O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. ﴾20﴿
E. Hamdi Yazır: (O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu. ﴾20﴿
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٢١)
﴾21﴿
Diyanet: Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)! ﴾21﴿
Diyanet Vakfı: Nasılmış benim azabım ve uyarılarım! ﴾21﴿
E. Hamdi Yazır: Nasılmış benim azabım ve uyarım? ﴾21﴿
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٢٢)
﴾22﴿
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾22﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu? ﴾22﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? ﴾22﴿
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ (٢٣)
﴾23﴿
Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz." ﴾23﴿
Diyanet Vakfı: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı. ﴾23﴿
E. Hamdi Yazır: Semûd da o uyarıları yalanladılar. ﴾23﴿
فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٢٤)
﴾24﴿
Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz." ﴾24﴿
Diyanet Vakfı: "Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler. ﴾24﴿
E. Hamdi Yazır: "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler. ﴾24﴿
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ (٢٥)
﴾25﴿
Diyanet: "Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir." ﴾25﴿
Diyanet Vakfı: "Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir" (dediler.) ﴾25﴿
E. Hamdi Yazır: "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler). ﴾25﴿
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ (٢٦)
﴾26﴿
Diyanet: Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık! ﴾26﴿
Diyanet Vakfı: Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir. ﴾26﴿
E. Hamdi Yazır: Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler. ﴾26﴿
إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ (٢٧)
﴾27﴿
Diyanet: (Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret." ﴾27﴿
Diyanet Vakfı: Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret. ﴾27﴿
E. Hamdi Yazır: Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol. ﴾27﴿
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ (٢٨)
﴾28﴿
Diyanet: "Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun." ﴾28﴿
Diyanet Vakfı: Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin. ﴾28﴿
E. Hamdi Yazır: Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır. ﴾28﴿
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ (٢٩)
﴾29﴿
Diyanet: Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti. ﴾29﴿
Diyanet Vakfı: Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cür'et alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti. ﴾29﴿
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti. ﴾29﴿
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٠)
﴾30﴿
Diyanet: Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış! ﴾30﴿
Diyanet Vakfı: (Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu! ﴾30﴿
E. Hamdi Yazır: Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu. ﴾30﴿
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ (٣١)
﴾31﴿
Diyanet: Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular. ﴾31﴿
Diyanet Vakfı: Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler. ﴾31﴿
E. Hamdi Yazır: Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler. ﴾31﴿
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٣٢)
﴾32﴿
Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾32﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu? ﴾32﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? ﴾32﴿
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ (٣٣)
﴾33﴿
Diyanet: Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı. ﴾33﴿
Diyanet Vakfı: Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı. ﴾33﴿
E. Hamdi Yazır: Lût kavmi de uyarıları yalanladı. ﴾33﴿
إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ (٣٤)
﴾34﴿
Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız. ﴾34﴿
Diyanet Vakfı: Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesini seher vakti kurtardık. ﴾34﴿
E. Hamdi Yazır: Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık, ﴾34﴿
نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ (٣٥)
﴾35﴿
Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız. ﴾35﴿
Diyanet Vakfı: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız. ﴾35﴿
E. Hamdi Yazır: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız. ﴾35﴿
وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ (٣٦)
﴾36﴿
Diyanet: Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar. ﴾36﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar. ﴾36﴿
E. Hamdi Yazır: (Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular, ﴾36﴿
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٧)
﴾37﴿
Diyanet: Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik. ﴾37﴿
Diyanet Vakfı: Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik). ﴾37﴿
E. Hamdi Yazır: Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik). ﴾37﴿
وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ (٣٨)
﴾38﴿
Diyanet: Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi. ﴾38﴿
Diyanet Vakfı: Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı. ﴾38﴿
E. Hamdi Yazır: Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı. ﴾38﴿
فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٩)
﴾39﴿
Diyanet: "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik. ﴾39﴿
Diyanet Vakfı: İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi). ﴾39﴿
E. Hamdi Yazır: "Azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik). ﴾39﴿
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٤٠)
﴾40﴿
Diyanet: Andolsun, biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? ﴾40﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu? ﴾40﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? ﴾40﴿
وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ (٤١)
﴾41﴿
Diyanet: Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti. ﴾41﴿
Diyanet Vakfı: Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti. ﴾41﴿
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi. ﴾41﴿
كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ (٤٢)
﴾42﴿
Diyanet: Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık. ﴾42﴿
Diyanet Vakfı: Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık. ﴾42﴿
E. Hamdi Yazır: Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince; ﴾42﴿
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ (٤٣)
﴾43﴿
Diyanet: (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var? ﴾43﴿
Diyanet Vakfı: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var? ﴾43﴿
E. Hamdi Yazır: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var? ﴾43﴿
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ (٤٤)
﴾44﴿
Diyanet: Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar? ﴾44﴿
Diyanet Vakfı: Yoksa "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar? ﴾44﴿
E. Hamdi Yazır: Yoksa "Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz." mu diyorlar? ﴾44﴿
سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ (٤٥)
﴾45﴿
Diyanet: O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır. ﴾45﴿
Diyanet Vakfı: O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır. ﴾45﴿
E. Hamdi Yazır: Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır. ﴾45﴿
بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ (٤٦)
﴾46﴿
Diyanet: Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır. ﴾46﴿
Diyanet Vakfı: Bilakis kıyamet onlara vâdedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır. ﴾46﴿
E. Hamdi Yazır: Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır. ﴾46﴿
إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٤٧)
﴾47﴿
Diyanet: Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler. ﴾47﴿
Diyanet Vakfı: Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. ﴾47﴿
E. Hamdi Yazır: Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler. ﴾47﴿
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ (٤٨)
﴾48﴿
Diyanet: Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" denecek. ﴾48﴿
Diyanet Vakfı: O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde "Cehennemin elemini tadın!" denir. ﴾48﴿
E. Hamdi Yazır: O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek). ﴾48﴿
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ (٤٩)
﴾49﴿
Diyanet: Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. ﴾49﴿
Diyanet Vakfı: Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık. ﴾49﴿
E. Hamdi Yazır: Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık. ﴾49﴿
وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ (٥٠)
﴾50﴿
Diyanet: Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.) ﴾50﴿
Diyanet Vakfı: Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir. ﴾50﴿
E. Hamdi Yazır: Buyruğumuz yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir. ﴾50﴿
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٥١)
﴾51﴿
Diyanet: Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan? ﴾51﴿
Diyanet Vakfı: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu? ﴾51﴿
E. Hamdi Yazır: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur? ﴾51﴿
وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ (٥٢)
﴾52﴿
Diyanet: İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır. ﴾52﴿
Diyanet Vakfı: Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. ﴾52﴿
E. Hamdi Yazır: İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur. ﴾52﴿
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ (٥٣)
﴾53﴿
Diyanet: Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır. ﴾53﴿
Diyanet Vakfı: Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır. ﴾53﴿
E. Hamdi Yazır: Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır. ﴾53﴿
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ (٥٤)
﴾54﴿
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar. ﴾54﴿
Diyanet Vakfı: Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır. ﴾54﴿
E. Hamdi Yazır: Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler. ﴾54﴿
فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ (٥٥)
﴾55﴿
Diyanet: Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler. ﴾55﴿
Diyanet Vakfı: Güçlü ve Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler. ﴾55﴿
E. Hamdi Yazır: Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar. ﴾55﴿
İlginizi çekebilir
© 2008 - 2022 Ferdi Korkmaz. Tüm Hakları Saklıdır.